Yakınlarda Almanya Başbakanı Angela Merkel, Almanya’nın insani misyonunun savaş mültecilerini kabul etmek olduğunu ve bunun da globalleşmenin bir parçası olduğu bildirgesiyle siyasi dünyayı sarstı. Kendisi, eğer bu kadar çok insanın Almanya’da yaşamak isterse bunun bütün millet için onur olduğunu ve her Alman’ı onurlandırdığını açıkladı. Yerle bir edilen Suriye’den mültecilerin büyük sayısı göz önüne alınırken ama siyasi ile ekonomik mülteciler arasında net bir fark yapılmalıdır. Bu konuda sosyolog Eric Fassin ile görüşüyoruz. Paris-8 Üniversitesi’nde profesör ve Avrupa’da göç, ksenofobi ve ırkçılık uzmanı olan Fassin, geçen hafta Sofya’da “Haspel” sosyal merkezinde bir konferans verdi.
“Uzun yıllar AB, bir birleşik piyasa için çoğunlukla bir ekonomik projeydi. Ortak bir uluslararası politika konusu, belirsiz bir gelecek zamanda kaldı. 200 yılından sonra ortak göç politikaları belirdi. O zaman “Avrupa Kalesi” konsepti de oluştu,” diye söylüyor Fassin.
Bu konsept, Avrupa ülkelerinin geleneksel milli politikalarının alınması ve AB düzeyine taşınması demektir. Ama Angela Merkel’in bildirgesiyle yeni bir durumla karşı karşıyayız.
“Bence bu konum reel değişikliklere yol açabiliyor. Öncelikle mülteci miktarının, politika kalitesini değiştirmemesi mümkün değildir. Şu ana kadar Almanya’da 500 bin mülteci var. Almanya “Dünyanın bütün fakir insanlarına kapımızı açamayız, ancak onların büyük bir kısmına kapılarımızı açabiliriz” derken, Fransa, “Dünyanın bütün fakirlerine sığınak veremiyoruz” diyor, ki bu “Hiç kimseye sığınak veremiyoruz” anlamına geliyor. Bu arada mülteciler bunun farkındadır ve Fransa’ya gelmek istemiyor. Mülteciler Kale şehrinde kamplarda yaşamayı tercih ediyor ve tünelden İngiltere’ye geçmeyi umuyor” diye paylaşıyor Fassin.
“Angela Merkel ise çok farklı bir şey öneriyor. Kendisi, Almanya’nın cömertliğini sadece dünyaya değil, Almanların kendilerine de temsil ediyor. Yakında bir Alman sosyolog, Almanya’nın Avrupa’nın “Amerikan Hayali”ne dönüştüğü tezini savundu ve bence bu çok ilginç bir konumdur.”
O açıdan Fransa ve Almanya’nın politikalarının kıyaslandırılmasının bir anlamı vardı. Almanya, gelecek için vizyonu olan bir proje öneriyor, Fransa ise bir yana çekiliyor. Fransa’nın siyaseti çok farklıdır ve biz bunu Romanya ve Bulgaristan’dan Romanlara tepki ve tavırda gördük.
O ana gelindi ki mülteciler, BM’nin yeni çizdiği ve iç savaş yaşanmadığı “güvenli bölgelere” dönüyor. Mülteciler ve onların aileleri oraya taşınabiliyor. “Avrupa Kalesi”nin siyasi mülteci tanımını o kadar darlaşması tehlikesi var ki geçimini Bulgarlar gibi bir tek Avrupa’da bulanlar bunun dışında kalabiliyor. Birçok Bulgar Batı’da ekonomik göçmen olarak çalışıyor. Bulgaristan’ın ekonomisi büyük bir bölümü Makedonya ve Bosna’nınki gibi gurbetliğe dayanıyor. Yurtdışından ülkemize kişisel hesaplar üzerinden giren paralar, yabancı yatırımlardan daha çoktur. Daha da çok çocuk, ebeveynleri yurtdışında çalışırken akrabalar tarafından yetiştiriliyor, çünkü annebabaları öyle şartlarda yaşıyor ki çocuklarını yanına alamıyor.
Çeviri: Rayna İvanova
Sıradaki erken genel seçimler artık arkada kaldı. Geçen erken seçimlere kıyasla katılım oranın biraz daha yüksek olması dışında, siyasi tahminlerde ve politik yapılaşmaların ne olacağı ve nasıl bir kabine ortaklığı kurulacağı sorularına yanıt bulmak yine..
Bulgaristan vatandaşları üç yılda yedinci kez olmak üzere sandık başına geçti. Bu yıl Haziran ayında olduğu gibi, şimdi de katılım düşük. Bulgaristan radyosu Sofya merkezinde anket yaptı ve insanların nabzını yokladı. Ülkeye sağlam bir yönetim..
Üç yıldan kısa sürede üst üste 6. kez düzenlenen erken genel seçimlerin öncesinde yönetim ümitsizliğinin Bulgaristan vatandaşlarına verdiği yorgunluk aşikâr olurken son derece cılız seçim kampanyasına bakılırsa yorgunluğun siyaset alanında da..